Pandemiden sonraki ilk yurtdışı seyahatimiz olduğu için çok heyecanlıydık . Bir hayaldi gerçek oldu 🙂
İlk önce Pegasus kampanyasından biletlerimizi aldık, sonrası ufak ufak planlamalara kaldı. Londra’ya seyahat planlıyorsanız ve vize alacaksanız en erken 3 ay önce başvurabiliyorsunuz. Londra’da çoğu yer rezervasyon ile çalışıyor o nedenle özellikle gitmek istediğiniz yerlere mutlaka rezervasyon yaptırın! (Özellikle Harry Potter studioları için)
Bizim 6 günlük bir tatil planımız vardı o nedene gün gün planlama yaptık… Plan yapmazsanız görmek istediğiniz çoğu yeri göremeyebilirsiniz.
İlk Gün
Uçağımız sabah erken olduğu için ve İngiltere ile aramızda 3 saat fark olduğu için aslında Londra’ya 9: 30 gibi ulaşmıştık. Ancak Stansted havaalanı şehre biraz uzak olduğu için tren metro aktarmaları ve Oyster kart alımı vs ile hotele ulaşmamız öğleni buldu. Hotelimiz yani studio dairemiz , Chelsea Cloisters idi. Hem konumu açısından, hem büyüklüğü ve temizliği açısından tam bir fiyat performans konaklaması diyebiliriz. Tavsiye ederiz 🙂
Hotelimize ulaşır ulaşmaz bavulları bırakıp yakın çevreyi turlamaya başladık. İlk sürprizimiz hotelin hemen yakınında Peggy Porschen’in Londra şubesi ile karşılaşmak.
Karnımız acıktığı için Londra’nın her yerinde şubesi olan hamburgerci Five Guys’ta karnımızı doyurduk. Buranın en güzel yanı içeceğiniz bittikçe doldurabilmeniz ve yerfıstığı ikramları 🙂 Yemekten sonra hem yorgunluk hem ağırlık çökünce çocuklarla birlikte meşhur iki katlı kırmızı bir otobüse bindik… Otobüsün son durağına kadar gittik beklentimiz geri dönmesi idi ancak otobüs dönmeyince indik. İndiğimiz yerde Westfield alışveriş merkezi vardı ve NEXT mağazasını görünce birkaç sipariş için girdik ancak büyük bir hayal kırıklığı 🙁 Çünkü çok sınırlı ürün vardı, internetteki ürünlerin çoğu yoktu. İlk günün yorgunluğu kısa alışveriş turu ile bitti …
2. Gün
Aslında ilk rotamız Greenwich, yeryüzünü doğu ve batı yarımkürelerine ayıran meridyen yani 0 boylamı oldu. Dünya zamanının ölçüldüğü Greenwich, hem kara hem de nehir üzerinden kentin doğu girişi. Kraliyet ve deniz kuvvetleri sıkı bağlantılarıyla tanınan bu tarihi kasaba UNESCO Dünya Mirası listesinde.
0 boylamına doğru yürürken Ulusal Denizcilik Müzesinin yanından geçtik ve ilk burayı ziyaret ettik.
National Maritime Museum :
Londra’nın en güzel yanı tüm müzelerinin ücretsiz olması. Dolayısıyla elinizi kolunuzu sallaya sallaya girebiliyorsunuz. Ancak bazen çok uzun kuyruklar olabiliyor o nedenle internetten ücretsiz bilet (online rezervasyon) alarak kuyruk beklemeden hızlıca giriş yapabilirsiniz. Deyip hemen Denizcilik Müzesine geçiş yapıyorum.
Deniz, hem ülke savunması hem de uluslararası genişleme açısından Ingiliz tarihinde önemli bir rol oynamıştır. 19. yüzyılda denizcilerin çocukları için bir okul olarak inşa edilen müzede erken Ingiliz ticaret imparatorluğundan Kaptan Cook’un keşiflerine ve Napoléon Savaşları’ndan günümüze kadar denizcilik mirasına ışık tutar.
Daha detay bilgi ve online bilet için resmi sitenin linkinden ulaşabilirsiniz.
https://www.rmg.co.uk/national-maritime-museumNational Maritime Museum’un yanında hemen Queen’s House var. Kapalı olduğu için biz gezemedik.
Royal Observatory Greenwich :
Yeryüzünü doğu ve batı yanım kürelerine ayıran meridyen (0 boylamı) buradan geçer. Milyonlarca ziyaretçi burada bir ayağını batı, diğerini doğu yarımküreye koyarak fotoğraf çektirir. Tabiki biz de 🙂 1884 yılında Greenwich Mean Time, dünyanın büyük bölümü için ortak zaman ayarlamasının merkezi kabul edilmişti. Burada zamanın tarihinde bir yolculuk yapabilir, Ingiltere’nin en büyüğü olan mercekli teleskop gibi dünyada değişime yol açan icatları görebilirsiniz. 4,5 milyar yaşındaki bir goktaşına bile dokunabilirsiniz.
Orjinal bina, Flamsteed House Christopher Wren tarafindan tasarlanmıştır. Burada Edmond Halley gibi kraliyet gökbilimcilerinin kullandıklan orijinal aletler sergilenir. Flamsteed, II. Charles tarafindan ilk Kraliyet Gökbilimcisi olarak belirlenmiş ve burası 1675 yılından 1948 yılına kadar devletin resmi gözlemevi olmuştur. Daha sonra, kentin giderek artan ışıkları nedeniyle gökbilimciler Sussex’e taşınmışlardır.
Cutty Sark
Bu muhteşem gemi 19. yüzyılda Atlantik ve Pasifik okyanuslarını geçen yelkenli gemilerin bugüne kalan en güzel örneklerinden biriymiş. 1869 yılında çay taşımak üzere denize indirilmiş,1871’de Çin-Londra arasında her yıl yapılan yelkenli gemi yarışını 107 günle kazanmış. Son seferini 1938’de yapan gemi, sergilenmek üzere 1957’de buraya konmuş. Cutty Stark 2006 yılında restorasyon için ziyaretçilere kapanmış ve Mayis 2007’de çıkan bir yangında ağır hasar görmüş, ama 2012 baharinda tümüyle restore edilip bir cam alanda yükseltilerek yeniden halka açılmış. Geminin kargo bölümlerini ve güvertenin altındaki yatakhaneleri görülebilir. Gemide yaşam ve navigasyonla ilgili etkileşimli sergiler de var.
Bu tekne ile olmasa da dönüşümüzü başka bir tekne ile Thames nehri üzerinden yaptık. Nehirden Tower Bridge, London Eye, Big Ben gibi ikonik yapıları farklı bir açıdan ve yakından görebiliyorsunuz 🙂
Tekne belirli zamanlarda kalkıyor, dolayısıyla beklerken karnınızı doyurup bekleme süremizi değerlendirdiğimiz Zizzi‘nin pizzasını çok sevdik. Yeri hemen teknelerin yanaştığı yerde nehir kenarında. Tekne turu nefisti, Tower Bridge’in önünde de inebilirsiniz, Big Benin önünde de. Biz Big Ben’de inip o çevreyi gezdik 🙂
Big Ben (Elizabeth Tower)
Big Ben herhalde dünyadaki en popüler saat, aslında Big Ben, Parlamento Binaları’nın önünde 106 metre yükselen kulenin tepesindeki dört cepheli dünyaca ünlü saatin değil, saat başı sesi duyulan 13,7 tonluk tok sesli çanın adı. 1858 yılında asılan çanın adı, o dönemde Kamu İşleri Müdürü olan Sir Benjamin Hall’dan gelmektedir. Whitechapel’da dökülen Big Ben, deneme çalışı sırasında çatlayan ilk çandan sonra yapılan ikinci çandır. Saat, kulenin dört cephesinde bulunan 7 m çapındaki yüzü ve hafif olması için içi boş bakırdan yapılan 4,2 m’lik yelkovanı ile ülkedeki en büyük saattir. Mayıs 1859 tarihindeki ilk kuruluşundan bu yana hiç aksamadan doğru zamanı gösteren Big Ben ülkenin dünya çapında simgesi haline gelmiştir. Kuleye 2012’de Kraliçe’nin 60. yılı onuruna Elizabeth Tower adı verilmiştir.
Houses of Parliament
Westminster Saray 500 yılı aşkın zamandır Parlamento Binaları’nın Lordlar (Lords’) ve Avam (Commons’) Kamarası kanatlarına ev sahipliği yapar. Avam Kamarası Parlamento’daki partilerin seçimle gelmiş üyelerinden (MP) oluşur. En fazla MP’ye sahip olan parti Hükümet, o partinin başkanı da Başbakan olur Diğerler ise Muhalefet oluşturur. Avam Kamarası’nda bazen ateşli tartışmalar Başkan seçilen bir MP tarafından yönetilir. Her iki kamarada da tartışıldıktan sonra gündeme getirilen önerileri Avam Kamarası kanunlaştırır.
Sahte Gotik bina, Victoria donemi mimarı Sir Charles Barry tarafından tasarlanmıştır. Victoria Tower’da 1497 yılından beri Parlamento’nun aldığı yaklaşık 3 milyon karar saklanmaktadır.
Westminster Abbey
Westminster Manastırı, kraliyet ailesi üyelerinin mezarlarının bulunduğu ve taç giyme törenleri ve Prens William’ın 2011’deki düğünü gibi önemli tarihi olayların düzenlendiği bir kilisedir. Kilisede Londra’daki Ortaçağ mimarisinin en çarpıcı örneklerini görebilirsiniz. Aynı zamanda dünyanın en etkileyici mezar ve anıtlarına sahiptir. Günümüzde hem ulusal kilise hem de ulusal müze olan manastır ülkenin ulusal bilincinin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.
St.James Park içinden geçerek Buckingham Palace’a ulaşmadan önce parkın tadını çıkardık, sincapları besledik ve oyun parkında zaman geçirdik.
Oyun parkında oyalanınca Buckingham Sarayını ay ışığında görebildik 🙂
Buckingham Palace
Kraliyet ailesinin resmi konutu ve ofisi olan sarayda, konuk devlet başkanları için verilen ziyafetler gibi devlet törenleri düzenlenir. Burada çalışan yaklaşık 800 kişi içinde genel ev hizmetkârlarının yanı sıra, kraliçenin resmi işlerini düzenleyen Kraliyet Görevlileri de bulunur. John Nash, orijinal Buckingham Malikânesi’ni, 1820-30 arasında hükümdar olan IV. George için saraya dönüştürmüştü. Hem George’un hem de kendisinden sonra 7 yıl tahtta kalan kardeşi IV. William’ın yapım çalışmaları tamamlanmadan önce ölmeleri üzerine, sarayda ilk kez Kraliçe Victoria yaşamıştır. Sarayın Mall’a bakan doğu cephesi 1913 tarihlidir. Devlet Odaları yazın halka açılır.
Vee Gün kapanışı Harrods’da 🙂
3.Gün
Bugünü City bölgesinde geçirmeyi planladık. İlk istikamet Tower Bridge olsa da önce Tower of London’un etrafından şöyle bir döndük köprüye ulaşmak için.
Tower of London
Londra Kulesi 900 yıllık geçmişi boyunca herkese korku salmış. Monarşiye karşı gelen kişiler kulenin kalın duvarları arkasına kapatılırmış. Kısmen rahat şartlarda yaşayabilen birkaç şanslı kişi dışında, büyük çoğunluk korkunç acılar çekmiştir. Bunların pek çoğu buradan canlı çıkmayı başaramamış ve yakındaki Tower Hill’de vahşice öldürülmeden önce işkence görmüştür.
Tower Bridge
1894 yılında tamamlanan Kule Köprüsü, Victoria dönemi mühendisliğinin bir örneği ve Londra’nın sembolüdür. Sivri tepeli kuleler ve bunları birbirine bağlayan platform, büyük gemilerin geçişi ya da özel tarihi olaylar için ana yolun kaldırılmasını sağlayan mekanizmayı destekler. Bugün köprüde Tower Bridge Exhibition denilen etkileşimli sergi sunulmaktadır. Burada köprünün tarihi canlandırılırken, platformdan nehir manzarası izlenebilir.
Kulenin tepesine 300 basamakla çıkılır. Cam tabanlı yürüyüş yolundan nehrin ve aşağıda akan trafiğin güzel manzaralarını görebilirsiniz.
Ayrıca, 1976 yılına kadar köprünün kaldırılmasını sağlayan buharlı motora yakından bakılabilir. Victoria döneminden kalma çarklı mekanizma 1976 yılına kadar buharla çalıştırılmıştır.
Köprü kaldırıldığı zaman 40 m yüksekliğe ve 60 m genişliğe ulaşır. Eskiden günde beş kez açılıp kapanırdı.
St Paul’s Cathedral
Büyük Yangın’ın (1666) ardından Ortaçağ’dan kalma St Paul’s harabeye dönmüş. Yetkililer kiliseyi yeniden inşa etmesi için Wren’e başvurduklarında Wren’in fikirleri, muhafazakâr başrahip ve rahiplerin direnişiyle karşılaştı. 1672 tarihli Büyük Model denilen plan pek taraftar toplayamamış ve plan ancak üzerinde değişiklikler yapıldıktan sonra 1675 yılında kabul edilmiştir. Bugün katedralin ihtişamına bakıldığında Wren’in yine de kararlı davrandığı anlaşılmaktadır.
tasarladığı tek sütun yerine çift sıra
sütunlardan oluşur.
Sky Garden
Rafael Viñoly’nin tasarladığı Fenchurch Street No. 20’de bulunan gökdelen 2014 yılında tamamlanmış. Bina sıradışı şekli nedeniyle “Walkie-Talkie” (telsiz) olarak da anılır. Şekli ve konumunun kent siluetinde göze batması nedeniyle Londra’daki modern kuleler arasında en çok tartışma yaratan bina budur; ama aynı zamanda halka açık olan az sayıdaki kuleden biridir. Bir bilet alarak (ücretsiz rezervasyon bileti), binanın tepesindeki üç katlı büyük seyir terasına çıkabilirsiniz. Biletler üç hafta önceden rezervasyona açılır ve hemen dolar. Burada, Sky Pod barı (rezervasyon önerilir) ve birkaç pahalı restoran da vardır ama bunların manzaraları teras kadar etkileyici değildir. Sky Garden, muhteşem konumu sayesinde Londra’daki diğer büyük yapıları görmek için de iyi bir seçenektir.
British Museum
Dünyanın en eski müzesi olan British Museum 1753 yılında kurulmuştur. Kapsamlı koleksiyon, Chelsea Physic Garden’ın (1673 yılında Eczacılar Birliği tarafından tıbbi bitkiler yetiştirilmesi için kurulan bahçe) kurulmasına da önayak olan Sir Hans Sloane (1660-1753) tarafından başlatılmış ve yıllar içinde bağışlar ve satın alınan eserlerle genişlemiştir. Müze, tarih öncesinden bugüne kadar uzanan dünyanın her köşesinden gelen parçalarla doludur. Bugünkü ana binanın (1823-50) tasarımı Robert Smirke’e aittir. Ama merkezinde dünyaca ünlü Reading Room’un yer aldığı Norman Foster’ın eseri Great Court mimari açıdan çok çarpıcıdır.
★ Mısır Mumyaları
Öte dünyaya inanan eski Mısırlılar ölülerini mumyalamışlardır. Kutsal güce sahip olduğuna inanılan hayvanların çoğu da mumyalanmıştır. Nil üzerindeki Abydos’dan gelen bu kedi mumyası lÖ 30’dan kalmadır.
Bugünün kapanışını da kuzenin çalıştığı türk restoranında yaptık 🙂 Türk yemeklerini özleyenler için Antalya Restaurant 🙂 (Rezervasyon şart)
4.Gün
Bugün aslında ilk planladığımız gün aslında, Warner Bros Studio biletleri mutlaka ilk alınacaklardan. Ben 1 ay önceden bakmama rağmen kendi sitesinde biletler tükenmişti, o nedenle ‘evendo.com’ diye bir siteden aldım biletleri.İyi de oldu aslında çünkü Evan Evans Tour diye bir acentenin biletiymiş ve transport da dahilmiş ücrete 🙂 Kendi sitesindeki sadece studio bileti. Yani bugün öğleden sonra planımız hazırdı, dolayısıyla sabah hazır yağmur atıştırırken hotelimize çok yakın olan en çok merak ettiklerimizden biri olan Natural History Museum’a gidelim dedik.
Natural History Museum
Doğa Tarihi Müzesi’nde, Dünya’daki Yaşam ve Dünya’nın kendisi çok canlı bir şekilde anlatılır. En son etkileşimli teknikler ve geleneksel sunuş biçimlerinin bir arada kullanıldığı sergiler, insan ırkının evrimi ya da gezegenimizi korumanın yolları gibi temel konuları ele alır. Büyük müze binasının kendisi de bir başyapıttır. 1881 yılında açılan müze, Victoria döneminin yapım teknikleri kullanılarak, Alfred Waterhouse tarafından tasarlanmıştır. Kemer ve sütunların gizlediği, demir çelik iskelet üzerine inşa edilen bina, hayvan ve bitki heykelleriyle bezenmiştir.
Darwin Centre cam bir atriyumdaki sekiz katlı bir kozalak gibidir. Burada 20 milyon böcek ve bitki türünün yanı sıra, bir araştırma merkezi de bulunur.
Müzeye girer girmez sizi devasal büyüklükteki mavi balinanın gerçek iskeleti karşılıyor.
Burayı gez gez bitmiyor aslında kaçırmak istemediğiniz yerler varsa önceden mutlaka müzenin sayfasından haritasını indirin 🙂
Müzeden ayrılıp çocukların sabırsızlıkla beklediği Warner Bros Studioları için Victoria’da bulunan Seyahat acentasına gidip oradan otobüsle de studioya ulaştık 🙂
Harry Potter – Warner Bros Studio
Burayı Fotoğraflar anlatsın 🙂
Film hilelerini görmek güzeldi 🙂 Butter Bear da içtiğim en tatlı biraydı, normalde sevmem ama bu bira değil bence 🙂
Baya bir yorulmuş olarak hotelimize döndük ve yeni gün için enerji depolamaya karar verdik…
5.Gün
Avrupadaki tüm şehirlerde olduğu gibi burada da nefisss çiçekler vardı. Her sabah çiçekçinin önünden geçip anca fotoğraf çekiyordum ve bir gün ülkemin de böyle güzel çiçeklerle dolup taşmasını diliyordum…
Evet bugün güneşi gördük ve Hyde Park günü ilan ettik 🙂
Hyde Park
Hyde Park, eskiden Westminster Abbey’ye dahilmiş. 1536 yılında Manastırların Kapatılması sırasında VIII. Henry’nin el koyduğu alan kraliyet parkına dönüştürülmiş. Henry burada av partileri düzenlemiş; I. James 17. yüzyılın başında parkı halka açmış. Ziyaretçilerin yüzebilecekleri ve kürek çekebilecekleri yapay bir göl olan Serpentine, II. George’un kraliçesi Caroline’in 1730 yılında Westbourne Nehri’ne bent yaptırmasıyla oluşturulmuş. Park, zamanla, düello ve at yarışlarının yapıldığı, siyasal gösterilerin ve konserlerin düzenlendiği bir yer haline gelmiş. Diana’nın anısına yapılan çeşme, Serpentine’in güneyindedir.
1870 yılında açılan konser salonunun maliyeti, koltuklarının 999 yıllığına kiralanmasıyla karşılanabilmiştir.
Parkı çepeçevde dolaşıp oksijenimizi depolayıp yola devam ediyoruz.. Bu arada park açıklık olduğu için güneşli olmasına rağmen baya üşüttü, neyse ki hasta etmedi 🙂
Bütün sokaklar tarihi ve muhteşem yapılar ve heykellerle dolu…
Happy aslında bir restoran zinciri, bizi hiçbir ülkede üzmedi 🙂 Adını hakeden bir yer…
Chinatown
Londra’da 19. yüzyıldan bu yana Çinli bir topluluk yaşamaktadır. İlk yerleşim, Victoria dönemi afyon batakhanelerinin bulunduğu East End’deki Limehouse’da yoğunlaşmış. 1950’lerde göçmenlerin artmasıyla çoğu Çinli, Soho bölgesine taşınmış ve burada gün geçtikçe büyüyen bir Çin mahallesi yaratmış. Mahalle, sayısız restoran ve gizemli kokular içinde Uzakdoğu malları satan ufak dükkânlarla doludur. Gerrard Street’in üstünde üç adet Çin kemeri yükselir. Her yıl ocak sonu veya şubat başı, Çin Yeni Yılı’nın kutlandığı rengârenk festival burada yapılır.
Trafalgar Square
Londra’daki açık hava etkinliklerinin mekânı olan meydan, John Nash tarafından tasarlanmış ve yapımı 1830’lar boyunca devam etmiş. Meydandaki 50 m’lik sütun, 1805’te Napoléon’a karşı yürütülen Trafalgar Savaşı’nda kahramanca çarpışarak yaşamını yitiren Amiral Lord Nelson’ın anısına yapılmış. 1842 tarihli sütunun tepesinde, üzerine Nelson heykeli dikilmeden önce, yapımında çalışan 14 taş işçisi bir akşam yemeği düzenlemiş. Edwin Landseer’in yaptığı dört aslan heykeli, nöbetçi olarak sütunun etrafına yerleştirilmiş. Meydanın kuzey tarafında National Gallery ,batida Kanada Elçiliği, doğuda da Güney Afrika Elçiliği var.
6.Gün
Gezmek için son günümüz ama gezecek daha bir sürü yerimiz vardı…
Science Museum
Yüzyıllardır süregelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler, Bilim Müzesi’nin kapsamlı koleksiyonlarında gözler önüne serilir. Buhar makinelerinden uçak motorlarına, uzay araçlarından ilk mekanik bilgisayara kadar, burada pek çok şey bulacaksınız: aynı zamanda, bilimin sosyal yaşama etkisine -keşiflerin ve icatların getirdiği değişiklikler- ve keşfetme sürecine de.
Bilim Müzesi 7 kata, balkonlara ve ara katlara yayılmıştır. Müzenin batısında 4 katı kaplayan etkileşimli teknoloji sergilere sahip Wellcome Kanadína zemin kattan ve ana binanın 3. katından ulaşılabilir. Zemin katının büyük kısmında Enerji Salonu, Uzay ve Modern Dünya galerileri kaplar. Yepyeni Malzemeler ile Hava ve Tarım galerileri birinci kattadır. 2. katta ise gemicilik ve matematik gibi farklı konulara yer verilmiştir. Uçuş galerisi ve etkileşimli galeriler3. kattadır. Sadece asansörle erişilebilen 4. ve 5. katlar ise tip tarihi galerilerine ayrılmıştır.
Bir saatte hızlıca gezeriz dediğimiz müzeden yarım günde çıkabildik. Ve merak ettiğimiz diğer bir bölgeye yola çıktık.
Camden Market
Camden Market, Chalk Farm Road ve Camden High Street boyunca birbirine yakın mesafede kurulan altı pazardan oluşur. Çoğu hafta içi de açık olan tezgâhlar ve dükkânlar hafta sonları alışverişçilerle dolar. Tezgâhların büyük bölümü Camden Lock ve kanal boyunca uzanan, restore edilmiş Victoria binalarında kurulur. Buradaki ilk pazar 1975 yılında Camden Lock’taki el sanatları pazarıydı. Bugün pazarlarda sanat ürünlerinden sokak modasına kadar her şeyi bulmak mümkündür.
Özellikle Stables Market civarı başta olmak üzere birçok yiyecek tezgâhı da açılır.
Burası görülmese de olur dediğim yerlerden… Zaman yoksa gidilmeyebilir.
COVENT GARDEN
Ortaçağ’da manastır bahçelerinin bulunduğu bölge 1630’larda, batı yakasına hâkim St Paul’s Church’ün tasarımcısı Inigo Jones tarafından İtalyan üslubu bir piazza olarak düzenlenmiş. Piazza’da 1656 yılından bu yana bir biçimde pazar kuruluyormuş . Tam ortadaki 1830 tarihli bina, 1974 yılına kadar toptancı pazarını barındırıyordu. Bugün mağazalar, el sanatı tezgâhları ve restoranlar ziyaretçileri buraya çekiyor.. Dar sokaklara saklanan geleneksel pub’lar ve restore edilmiş ambarlardaki tasarımcı mağazalarıyla civardaki taşlık sokakların kendine has bir havası vardır. Neal’s Yard, Floral Street ve Seven Dials bölgedeki ilgi çekici yerlerdir. Covent Garden, Royal Opera House ile beraber anılır. Strand ve St Martin’s Lane’de birçok West End tiyatrosu sıralanmıştır.
Covent Garden’da güneşi batırıp, Londranın gecesini şöyle bir son kez görerek hotelimize dönüyoruz…
Veee tüm kadro…
Güzel bir gezi bitti ama Londra’ya tekrar gelinir 🙂 7.gün dönüş günümüz 🙁 sadece trenle havaalanına gidecek zamanımız var, o nedenle bir sonraki geziye kadar hoşçakalın…
See you…