Milano diye yola çıkıp soluğu isviçrede aldığımız dolu dolu bir gündü. Italyadaki seyahatimizin ilk günü Venedikti, ikinci günü de Milano. Venedikteki notlarımı aktarmıştım şimdi sıra geldi Como ve Milanoya…
Milanodan önce Como ilk istikamet. Como, İtalya’nın Lombardiya bölgesinde yer alan ve İsviçre ile sınır olan bir şehir. Aynı ismi taşıyan göl de İsviçre ile İtalya arasında bulunuyor. İsviçre tarafı Alp Dağları’nın eteklerinde olan göl, ünlülerin ve jet sosyetenin yazlık yeri olarak biliniyor.
Como, ipeği ile ünlü. Como’nun zenginleri genellikle bu ipek üreticileri. Göl yaklaşık 46 km uzunluğunda, genişliği 4,5 km ve derinliği de 150 m boyutlarında bir buzul gölüdür.
Como’ya varır varmaz ilk istikamet ünlü Gelateria Larina dondurmacısına uğruyoruz. Biraz kuyrukta bekledikten sonra dondurmayla buluşuyorsunuz.
Bu da Como manzaralı 🙂
Dondurmamızı yedikten sonra gölün güzel manzarasına bırakıyoruz kendimizi 🙂
Alessandro Volta, pili iacta eden fizik profesörü Como’da doğdu. Volta, 1776 ve 1778 yılları arasında gazların kimyasını çalıştı. Amerikalı Benjamin Franklin’in “yanabilen hava” makalesini okuduktan sonra metanı keşfetti ve İtalya’da dikkatli bir şekilde metan aradı. Kasım 1776’da, Moggiore Gölü‘nde metan buldu ve 1778’de metan tecrit etmeye başladı. Kapalı bir kutu içinde kıvılcım yardımıyla metan ateşleyerek deneyler yaptı. Volta ayrıca kapasitans konusuna çalıştı. Elektrik potansiyelini ve yükü ayrı ayrı inceledi ve birbirleriyle bağlantılı olduklarını keşfetti. Bu Volta’nın kapasitans yasası olarak adlandırılabilir. Bunun için elektrik potansiyelinin birimi volt olarak isimlendirildi.
Volta’nın mirası olan Tempio Voltiano’nun anıtı göl kenarındaki kamu bahçelerinde bulunmaktadır.
Como’dan hızımızı alamayıp İsviçredeki Lugano gölüne geçiyoruz.
Paradiso dedikleri bu yer cennet kelimesinden geliyor. Harika bir yer cennet gibi…
Fotoğraflara bakarak siz karar verin 🙂 Yalnız çok pahalı bir şehir, bu notumu da düşmem gerekiyor 🙁
Bu kadar Lugano yeter Milano’ya yetişmemiz gerekiyor 🙂 Bu arada Como ile Lugano arasında dünyanın en büyük alışveriş merkezi var. Fox Town!!! Ocak ayının ilk haftası tüm ünlü markaları %70 indirime kadar bulabiliyormuşsunuz… 🙂 Benden söylemesi…
Veee Milano …
Milanonun girişinde sizi Modanın başkentine yakışır bir sembol karşılıyor- iğne iplik 🙂
Bir taraftan giren iğne ile iplik şehrin diğer tarafından çıkmış. Diğer tarafta da ipin düğümünü görebilirsiniz.
Moda ve finansın merkezi olan Milano, canlı bir şehirdir. Çekici ve yaratıcı olmasının yanında varlıklı bir şehirdir ve İtalyan ekonomisinin can damarıdır. Kentin adının, ‘ovanın ortasında’ anlamındaki latince medio ve planum sözcüklerinden geldiği söylenmektedir. Alpler’den geçen yolların kesiştiği yerde bulunan Milano, önemli bir ticaret merkezi ve güçlü hanedanlar için ödül olmuştu.
Milano deyince akla ilk gelenlerden Duomo , 157 m’lik uzunluğu ve en geniş noktasındaki 92 m’lik eniyle dünyanın en büyük Gotik kiliselerinden biri olan dev katedral, Milanonun merkezinde yer alır.
Kapalı ve yağmurlu bir hava vardı ama ona rağmen Duomo’nun ihtişamına gölge düşürememişti.
14.yy da Prens Gian Galeazzo Visconti’nin emriyle yapımına başlanan Duomo, 500 yıl sonrasına kadar tamamlanamamıştır. Napoleon tarafından tamamlanmıştır. Bir nevi Milano’nun sembolü olmuş Visconti ailesinin amblemi olan , adam yutan yılan amblemi apsis pencereleri üzerindeki ince işlemelerde yer alır.
Binanın en çarpıcı özelliği 135 kule külahı, sayısız heykelleri ve çatısıdır. Çatısında altın Meryem Ana heykelini görebilirsiniz. Katedrale daha yakından bakmak istiyorsanız yanındaki alışveriş merkezinin en üst katına çıkıp hem bişeyler yiyip içebilirsiniz hem de katedrali görüntüleyebilirisiniz. Ayrıca gurme bir market de var içerde alışveriş yapabilirsiniz.
Milano’nun çikolatası da böyle olur 🙂
Katedralin hemen yanında muhteşem Galleria Vittorio Emanuele II’ yi görüyoruz.
Milano’nun oturma odası olarak olarak bilinen bu alışveriş merkezi, mimar Giuseppe Mengoni tarafından 1865 yılında tasarlanmıştır. Ancak ne yazık ki Giuseppe Mengoni binanın tamamlanmasından bir yıl önce 1877’de çatıdan düşerek ölmüştür.
Latin haçı biçiminde tasarlanmış galerinin sekizgen biçimli merkezinde dört kıtayla birlikte , Sanat,Tarım, Bilim ve Endüstri’yi temsil eden mozaikler dikkat çeker. En mükemmel özelliği, ortası bir kubbeyle tamamlanan metal ve cam karışımı tavandır. Bu İtalya’da yapısal olarak metal ve camın kullanıldığı ilk çatıdır.
Turistler şans getirmesi için yerde mozaiklerden yapılmış boğa burcunun (Taurus) üstüne basarlar…
Yer mozaikleri muhteşem. İşte yine Roma’ya özgü bir sembol.S.P.Q.R. (Senatus Populusque Romanus; Roma Senatosu ve Halkı), Eski Roma’da cumhuriyet döneminin mutlak yasama yürütme organının simgesi. Logoları şehirde halen pek çok binada ve kamu alanında görülebilir. Günümüzde ise ; Roma İmparatorluğu gibi köklü bir devletin benimsediği bu kısaltma günümüzde “S.P.Q.X”, X’e mekan adı gelecek şekilde olmak üzere Avrupa’da özellikle sanat ve belediye binalarında çeşitli kullanımları vardır. Espri amaçlı açılımı ise “Sono pazzi questi Romani” dır. Anlamı kabaca “Bu Romalılar çılgın” dır. 🙂 SPOR kelimeside burdan geliyormuş ayrıca 😉
Yemek için çok fazla öneri yapamıyorum çünkü biz yemek yemekle zaman kaybedemeyenlerdeniz 🙂 Ancak hafif atıştırmalık hem de gezerken alabileceğiniz bizim de çok iyi bildiğimiz bir pişi (bulgaristan göçmenlerinin pesmedi :)) çeşidi var. Mozarella peynirli ve domatesli bu pişiyi Luini’de bulabilirsiniz. Hatta bece kesinlikle deneyin! Pişi deyip geçmeyin 🙂
Tipine bakınca bişeye benzemiyor ama tadı muhteşemmm 🙂 Test edildi , onaylandı 🙂
En son da yazımı da, tatlı yiyelim tatlı konuşalım atasözümüz ile ve en sevdiklerim ile bitiriyorum. Granaio Caffe e Cucina’da bir yorgunluk kahvesi ve italyan milli tatlısı tiramisu 🙂
Bir sonraki Floransa yazısında görüşmek üzere …
Sevgiler